Günün içinden geçip viski içiyoruz
Müzik

Blues Dinleyerek Anlam Aramamak: Günün İçinden Geçip Viski İçiyoruz

Günün içinden geçip viski içiyoruz işte ve sabahlar benim için “yeniden doğuş” değil, daha çok “az daha dayan” demek. Geceleri yatmak gibi bir planım yoksa, sabahları da mucize beklemem. Günün içinden geçiyoruz işte—yani sadece saatleri tüketmiyormuyuz hepimiz!!!, hafiften dayak da yiyoruz.

Günün içinden geçip viski içiyoruz.

Anlam aramak? Kim arayacak, o kadar vaktimiz var mı? Hayat bizden bir şey beklemiyor, biz de ondan fazla bir şey ummuyoruz. Biraz blues, biraz viski, bir parmak da pişmanlık… Kör tadım menüsü gibi bir yaşam tarzı işte bu. Anlam gelirse iyi, gelmezse zaten playlist bizden yana.


Neden Blues Dinliyorum?

Çünkü pop müzik bize “her şey iyi olacak” derken, blues usulca kulağımıza fısıldar: “her şey zaten berbattı ve sen yaşıyorsun, bu yeter.” Birisi yalan söylüyor, birisi gerçeği müzikle paketliyor. Ben ikinciyi seçiyorum. Günün içinden geçip viski içiyorum çünkü başka türlü olmuyor.

Gary Moore solo atarken öyle bir bakıyor ki gitarına, sanki yılların dostuna “hâlâ buradayım” der gibi. Zaten Gary Moore’un cenazesine de gidemedik var bir pişmanlığımız. O susuş bize ait. Öyle bir bakıyor ki gitarına, sanki eski bir sevgiliye “neden gittin” diye sormadan önce biraz susuyor. O susuş size ait. Stevie Ray Vaughan sololarında sanki küçük çocukluktan kalan travmaları birer birer çıkarıyor ortaya. Blues’un verdiği acı öyle bir şey: senin yerine hatırlıyor.


Viski: Sessiz Yoldaş

Bir bardak viski, birazcık buz ve sabaha doğru gelen bir sessizlik. Bu, terapinin bardakta gelen hali. Viskiyle sarhoş olmak değil mesele, onunla dert ortaklığı yapmak. Kimse seni anlamasa da, viski seni yargılamaz. Belki karaciğerin biraz kırgındır ama olsun onun için ot yeriz geçer.

Viski blues’a benzer: İlk yudum sert gelir, sonra içine doğru yayılır. Kolay içim yoktur, kolay yaşam da olmadı zaten. Günün içinden geçip viski içimeden başka türlü yaşanmıyor.


Hayat Kötü Değil, Sadece Bitik

Hayat bazen bir küflü tören pastası gibidir: Ortada bir şey var ama neden orada, kim yapmış, niye yeniyor bilmiyoruz. Yine de dilim dilim tüketiyoruz. Bazen şaka yapar gibi, bazen cidden çok ağır hissederek.

Anlamın peşinde koşmak çok 2000’ler kafası. Biz anlamdan önce kahvaltıyı yapıp yapamayacağımızı sorguluyoruz. Ama ne olursa olsun, playlistimizde bir blues varsa, her şey daha az dramatik ama daha gerçek oluyor.


Gecenin Son Şarkısı

Gecenin sonu diye bir şey yok, ama şarkılar bitiyor. Çalacak bir plak kaldıysa ne âlâ. Yoksa sessizlik de müzik gibi davranıyor bazen.

Son yudum viski, son solo, ve hâlâ burada olmamız. Blues dinliyoruz, anlam aramıyoruz. Günün içinden geçip viski içiyoruz. Belki yorgun, ama hâlâ ayakta. En azından playlist bizden yana dimi?

Diğer müzik konulu yazılar için BURAYA lütfen.

Bir yanıt yazın